Montreux boğazlar sözleşmesi'nin Türkiye'ye sağladığı herhangi bir yarar yoktur. Türkiye, montrö sözleşmesi sayesinde yabancı savaş gemilerine bekçi görevi görür.
Montrö, Türkiye'nin kara sularını paylaşma antlaşmasıdır. Yabancı ülkeler Türkiye'nin kara sularına sadece bir bildiri ile savaş gemilerini sokabilir ve haftalarca kalabilirler.
Bazıları diyor ki; yok efendim neymiş "en fazla 20 gün kalabiliyormuş, yok efendim montrö neymiş barışmış zartmış zurtmuş" 20 gün sonunda tekrar giremez diye bir kaide kural ve madde yok. Ayrıca boğazlarımızdan yabancı savaş gemileri geçmesi ve haftalarca kara sularımızda kalması yine montrö sayesindedir.
Eğer montrö olmasa ve boğazlarımızın yani kara sularımızın hakimiyeti tam olarak Türkiye'ye ait olmuş olsa ne yabancı savaş gemileri boğazlardan rahatça geçebilir ne de kara sularımızda haftalarca kalabilir.
Uluslararası Kanunlara göre her ülke kara sularına kendi hükmeder ama montrö kara sularımıza hükmetmeyi engellliyor. Sadece bir bildiri ile kara sularımızdan savaş gemileri elini kolunu sallaya sallaya geçiyor ve haftalarca karadenizde kalabiliyor
Bide haklı çıkmak için derler ki; "Tonaj limiti var" ne alakaysa savaş gemilerini sokuyor adamlar işte tonajı mı var bu işin.
Birde şunu derler; "izin almak zorunda" !! Hadi ordan çakal, izin almıyor zaten öyle bir madde yok montrö de izin almak zorunda diye bir madde yok. Basit olarak anlatayım "ben geliyorim hee" diyor hepsi bu haftalarca kalabiliyor üstelik. Ama Kara sularımıza tamamı ile biz hükmetsek Asıl o zaman kimse izinsiz geçemez ve izin almak zorunda kalır ve izin vermezsen karasularımızda kalamazlar. Ama montreux öyle değil bildiri veriyor ve geçiyor kalabiliyor izin vermeme lüxün yok
Uluslarası kanunlara göre her ülke kendi kara sularına hükmeder ve her ülkenin kara suları kendine aittir ama montrö anlaşması ile kara sularımız tamamen hükmedilmekten çıkmış kara sularımızı bölüşmüşler. Kimse kusura bakmasın gerçek bu
Montrö boğazlar sözleşmesinde savaş zamanı olmasa bile savaş gemilerinin boğazlardan geçebileceği ve kara sularımızda kalacağı açık şekilde belirtilir. Savaş zamanı Ancak ve ancak Türkiye savaşan ise buna engel olabiliyor, ama Türkiye savaşan değilse her halükarda savaş gemilerinin geçmesi mümkün. Bu da Türkiye için neresinden bakarsanız bakın zarardır ve tehdittir.
Savaş zamanı olmadığı zamanlarda her şekilde savaş gemilerinin bogazlardan geçip bizim kara sularımızda kalmaları zaten yararına bir antlaşma olmadığı gösterir.
Montrö boğazlar sözleşmesi'nin zararlarına gelecek olursak şayet Türkiye, Boğazlar'dan geçiş yapan gemilerden aldığı ücretlerde yıllardır uyguladığı yüzde 75'lik indirim nedeniyle trilyonlar kaybediyor. Üstelik bu büyük indirime rağmen bazı gemiler hiçbir ücret ödemeden geçip gidiyorlar. Türkiye'nin tüm bu kayıpları sineye çekmesinin nedeni ise ilginç: Montrö'yü korumak..
İstanbul ve Çanakkale Boğazları, 1983'te darbe hükümeti zamanında Bülent ulusu başbakanlığında alınan Bakanlar Kurulu kararı nedeniyle her yıl trilyonlarca liralık zarara uğruyor. 6138 sayılı bu karara göre Türkiye 1936 yılında imzalanan Montrö Anlaşması ile kendisine tanınan, Boğazlar'ı kullanan gemilerden aldığı ücretlerde yüzde 75 oranında indirime gidiyor. Fener, tahlisiye ve sağlık ücretlerinde uygulanan bu indirimin yıllık faturası 150 milyon dolara (45 trilyon TL) kadar yükseliyor.
1936 tarihli Montrö Anlaşması bu ücretlerin altın frank üzerinden ödenmesini kayda geçirmiş bulunuyor. Ancak 1936'da 1.20 TL olan altın frank kuru 1982'ye kadar aynı bırakılmış. Tabii ücretlerde enflasyon nedeniyle büyük bir gerileme olmuş. 1982 yılında Bülent Ulusu'nun başbakanlığı döneminde gerçek kur belirlenmesi için bu konu masaya yatırılıyor. Ancak, altın frankın tedavülden kaldırılmış olduğu için, altın miktarının dolar karşılığı bulunuyor. Ve bir anda fener, tahlisiye ve sağlık ücretleri reel olarak 10 kat artıyor.
Türkiye'nin anlaşmada belirlenen gerçek ücrete dönüş yapması üzerine özellikle Rusya ve Yunanistan ayağa kalkıyor. Bu kez transit gemiler hiçbir ödeme yapmadan geçip gidiyor Boğazlar'dan. Bunun da ötesinde yabancı ülkeler Türkiye'nin Boğazlar'da Montreux ile belirlenen seyir güvenliğini sağlamadığını iddia ederek anlaşmayı tartışmaya açmak istiyorlar. İşte bu noktada Türkiye geri adım atıyor ve %75 indirime giderek büyük bir zarara yol açıyor.
Montrö boğazlar sözleşmesi öylesine zarar bir antlaşma ki; Montrö yu fesh etsen bile boğazlardan savaş gemileri gecişi yine serbest yani şöyle anlatalım; "aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık" çünkü montrö sözleşmesi feshedilse bile diğer ülkelerin savaş gemilerinin gecişi serbest olacağı yönünde madde var.
Yani şöyle anlatalım Montrö boğazlar antlaşmasını feshetsek bile Kendi kara sularınızda başka ülkelerin savaş gemileri her halükarda cirit atacak. Zaten Montrö boğazlar sözleşmesinden çekilmesekte, antlaşmaya göre diğer ülkelerin savaş gemilerinin geçişleri ve kalmaları serbest.
Ayrıca Türkiye, yüzde 75'lik indirim nedeniyle kaybettiği trilyonlarca liranın yanında Boğazlar'dan hiçbir ücret ödemeden geçen gemilerin maddi kayıplarıyla da karşı karşıya kalıyor. Bu konuda en fazla sabıkası olanlar, Rus, Suriye, Honduras ve Ukrayna bandıralılar. Geçtiğimiz senelerde Sadece 1999 yılının dokuz ayında Boğazlar'dan borç takıp giden gemi sayısı 432. Bu dönemde 102 kaçak geçiş yapan Ruslar'ın bir rekoru da kaza sayısında: Toplam 106 kaza yapmışlar. Yani kazaların altıda biri.
Gemiler borç takıp gidiyor ama hemen ardından bir hukuk savaşıdır başlıyor. 618 sayılı Limanlar Kanunu'na göre devlet malına verilen zarardan ve liman ile ilgili masrafların ödenmesinden; kaptan, donatan ya da gemi acentesi müteselsilen sorumlu bulunuyor. Ancak birinci sırada borçlu olan gemi kaptanından parayı almak kolay değil.
Yabancının borcunu Türk acenteler ödüyor
Fener borçlarını gemi kaptanından alamayan Türkiye, gemi donatanının yanı sıra sahibinin peşine düşmek zorunda. Ancak dünyanın dörtbir yanındaki gemicilik firmalarına dava açmak, icra işletmek mümkün değil. Bu durumda Türkiye kaptandan, gemi sahibinden alamadığı bu borçları en yakındaki yerden yani geminin Türk acentesinden alıyor. Oysa acenteler sadece geminin geçişi ve liman işlerini yürüten kuruluşlar. Acenteler ‘‘Acentelik işi için 100-150 dolar aldığımız bir geminin 3000-4000 dolarlık cezasını bize ödetiyorlar. Yabancı bandıralı geminin borcu Türk acentesinden alınıyor. Bu konuda sabıkalı gemilere dikkat etmekten ve onları müşteri olarak kabul etmemekten başka elimizden bir şey gelmiyor’’ diyorlar.
Onu bunu bilmem ama Lozan hezimetten başka birşey değilmiş. Türkiye'nin aleyhine olacak antlaşmalara imza atılmış . Atatürk Lozanın aslında hezimet olduğunu şu sözleri ile itiraf etmiştir;
"ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik dahil Batı Trakya'yı Türk Hudutları içine katacağım” Mustafa Kemal Atatürk / 1933
Bu söz, masada kaybedildiğinin açık açık itirafı degil de nedir? Lozan hezimettir diyemezdi heralde açık açık değil mi?
Ama günümüz sol çomar trolleri bunu asla kabul etmiş değiller. Eee sol çomar olmakta bunu gerektirir zaten.
Neyse ki ülkemizde akliselim insanlar var ki darbeci amiral bozuntularının cahilliklerini ortaya çıkartıyor. Bunlardan biri Karahasanoğlu.
İşte Karahasanoğlu'nun o yazısı;
Yazık ki ne yazık..
Bu ülkede generallik yapmış koca koca adamlar..
Bu ülkenin dış ülkelerde temsilciliğini yapmış, monşerler..
Bu ülkede siyaset yapmaya devam eden böyük böyük adamlar..
İlkokul öğrencisinin bile akledeceği bir konuyu kavramaktan uzak, ahkam kesiyorlar..
TBMM Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şentop, aslında amacı hiç de o olmadığı halde..
“İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı imzası ile geri çıkılabilir mi” sorusuna cevap verirken..
Aslında sorunun içinde Montrö de geçirilerek, Mustafa Şentop’un anayasa hukukçusu kimliği ile cevap vermesi istenerek..
“Bir cumhurbaşkanı ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim, Montrö’yü tanımıyorum, feshettim’ diyebilir mi” sorusu yöneltiliyor..
Mustafa Bey de, hukukçu kimliği ile, teorik bakış açısı ile, anayasa ve kanunlar çerçevesinde cevabını veriyor:
“Yapabilir. Mümkün-muhtemel arasında fark var. Yeterli miktar yoğurt bulursanız, Marmara Denizi’ni de karıştırırsanız ayran yapmak mümkündür.”
Muhatapları, örneklendirilerek verilen cevabı anlamışlar mı? Hiç sanmıyorum..
Onlar da o kabiliyet nerede?
Onlar hemen koşa koşa, emekli generallerine, emekli büyükelçilerine, sol kafalı siyasetçilere olayı yetiştiriyorlar..
“TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı imzası ile, Montrö sözleşmesinden çıkılabileceğini söyledi!”
Emekli generaller Ahmet Yavuz’dan başlayın, Cem Gündeniz’den çıkın.. Siyasetçi Engin Altay’dan başlayın, Sadettin Tantan’dan çıkın..
Emekli büyükelçilerden Faruk Loğoğlu’dan başlayın..
Diğerlerinin isimlerini artık saymayayım..
Ne diyorlar bu isimler?
Ahmet Yavuz’dan başlayalım:
“Lozan, Montrö ve Hatay’ın anavatana kavuşturulması.. Bu üçü de Türkiye’nin tapu senedidir” diyor..
Yani Türkiye’nin, aslında hakkı olmayan bir şeyi, Montrö ile kazandığını iddia ediyor.
Emekli amiral Cem Gürdeniz ne diyor:
“Son 85 yıldır bu sözleşme sayesinde Karadeniz, her an için bölge dışından gelen 40’tan fazla savaş gemisinin bir barut fıçısına dönüştürdüğü Basra Körfezi olmamıştır.”
“Bunlar nasıl general olmuş. bunlar nasıl amiral olmuş” diye hayret edeceğimiz isimlerin yanı sıra, emekli monşerlerin, siyasetçilerin ne dediklerini aktarmayı bırakıp.. İşin özünü verelim.
Montrö sözleşmesinin maddelerinden başlayalım. Bakalım, Montrö bize mi hak kazandırıyor, yoksa başka devletlere mi?
Önce bir ön bilgi..
Montrö sözleşmesi, Lozan’daki Boğazlar sözleşmesi yerine, 1936’da Türkiye açısından bir ileri adım olarak yapılmıştır..
Lozan’a göre bir ileri adım olması sizi aldatmasın. Lozan bir rezalet ise, “O rezaletin bir adım iyisi” demek Türkiye açısından daha uygun olabilir.
Ama “olması gereken” açısından, bizi kesemez.. Kesmemelidir..
Onun için de Montrö’nün maddelerine bir bakalım..
“Madde 1: Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar’da denizden geçiş ve gidiş-geliş özgürlüğü ilkesini kabul ederler ve doğrularlar.”
İlkokul çocuğuna anlatır gibi anlatacağım..
Türkiye Cumhuriyeti kara toprakları üzerinden, Montrö sözleşmesi benzeri bir sözleşme var mı?
Yok..
#lİstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı için böyle bir sözleşme var..
Sözleşme olmasa, aynen kara topraklarımızda olduğu gibi.. Bize ait olan kara topraklarında nasıl ki istediğimizi yapabiliyorsak..
Boğazlar için de, aynısını yapabilir durumda olmayacak mıyız?
Evet.
Yarın bir akıllı çıkıp, “Montrö sözleşmesi benzeri bir sözleşmeyi, Anadolu için de yapalım. Bu Anadolu’nun tapusu yerine geçer” derse..
Ona, “Haydi oradan çakal” demez miyiz?
Deriz..
Peki, Anadolu için dediğimiz bir şeyi, boğazlar için niye demiyoruz?
Tümü ile bize ait olan boğazlardan geçişlerin, zaten o boğazların sahibi olan devletin tam hakimiyeti altında olduğu açık iken..
Biz bir sözleşme ile, kendimizi niye bağlıyoruz?
Bizi bağlayan bu sözleşmeden vazgeçmemiz, niçin bizim aleyhimize oluyor?
Ne deniyor ilk maddede?
“Gidiş-geliş özgürlüğü ilkesini kabul ederler.” Boğazlar bizim olduğuna göre..
Yani Aslında biz kabul ediyoruz..
Yoksa.. Boğazlar Fransa’nın değil ki, Fransa bu sözleşme ile, var olan bir hakkından vazgeçmiş olsun. Boğazlar, İngiltere’nin sınırları içinde değil ki, bu sözleşme ve bu sözleşmenin birinci maddesindeki “geliş-gidiş özgürlüğü” ile bir hakkından vazgeçmiş olsun.
Boğazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin.
Ve bir sözleşme ile, boğazlardan geçiş konusunda, Türkiye’nin egemenliğini daraltacak şekilde, “Özgürlük ilkesi var. Engellenemez” denirse.. Aslında bu madde, Türkiye’nin haklarını kısıtlayan bir maddedir.
Geçelim ikinci maddeye..
“Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazlar’in bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesinin I sayılı Ek’inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır.”
Afedersiniz, “Montrö Türkiye’nin tapusudur” diyen generale, ben ne diyeyim şimdi?
“Montrö Türkiye’nin menfaatinedir” diyen monşerlere, ben ne diyeyim, şimdi?
Kendi topraklarımda, kendi denizimde, yabancı devletlerin ticari gemilerinin barış zamanında da olsa, geliş gidişlerinin serbest olduğunu, ben bu sözleşme ile kabul etmiş isem..
Ben, bu sözleşmeden ne kazanıyorum?
Sözleşmeyi yapma..
“Bu boğazlar, hepinize, annenizin ak sütü gibi helal olsun. Gelin, geçin. Pisliklerinizi de bize bırakın. Biz temizleyelim” deseniz..
Bunu tek taraflı olarak ve kendiliğinizden, bir sözleşmeye bağlı olmaksızın söyleseniz..
Bugün Montrö sözleşmesi var iken kazandığımız hangi hakkımız elimizden çıkmış olacak?
Osmanlı’nın yaptığını bari yapalım..
Hava atalım.. Zaten Montrö’rden dolayı, bizim bir kazancımız yok.
"Gemiler gelsin geçsin” demişiz..
Bari bunu, sözleşme ile değil de, bir ferman ile yapalım; “Haydi hepinize bir kıyak. İstediğiniz gibi, boğazlardan geçebilirsiniz” diyelim..
Bugüne göre, ne kaybetmiş oluruz?
Denilecek ki.. “Savaş gemileri ile ilgili bazı kısıtlamalar var..”
İyi de..
Sözleşme olmasa, ticari gemiler için bile, tek taraflı olarak bizim şartlarımız ile geçebilecek olan gemilerden, savaş amaçlı olanlar da, lütfen yani.. Bazı kısıtlamalara uğrasınlar..
Sözleşme olmasa, bütün gemiler; ticarisi, savaş gemisi, biz ne dersek ona uyacak..
Montrö sözleşmesi var.. Onun yüzünden, kendi kendimizi bağlamışız.. Bir de kurtulma ihtimalimiz çıkmış..
Engel çıkartan emekli generallerimiz çıkıyor, monşerlerimiz çıkıyor.
Hayret ki, ne hayret!
Akliselim yazarımızdan sonra bi kaç cümle ekleyeyim
Sol çomar kesime ilanen duyurulur . Lozan zaten başlı başına hezimet ve bununla da kalmamış montreux ile lozanı da delmişler…